“İnsan ölürken tam 21 gram kaybeder. Herkes. 21 grama ne sığdırabilirsin? 5 tane bozukluk, bir sinekkuşu, bir bar çikolata. Kaç hayat yaşar, kaç kez ölürüz?”

19.1.13

Şerefine kaldırıyorum bu sanal rakı kadehini.
Sahip olmadığım bir melodinin aylar önce kulağımı delice çınlatışını tekrar duymak için karşılık vermeni bekliyorum.
Kahve içerken, ayağımı yıllardır orda olduğunu bildiğim dolaba çarpıp küfrederken, denizin güzelliğini düşünürken, denizi kıskanırken, bir sebeple biri başka birine, bir yerlerde "üstad" diyor diye aklıma takılır.
O birilerinin arkasından diyecekler ki "başka birileri ona üstad derdi".
Anıların hiçbir zaman geri dönmeyeceği gibi, o birileri de dönmeyecek. Koskoca üstad, sadece söylendiğiyle kalacak. Belki yazılmayacak bile bu yazıdan başka.
Bazen, kahve içerken bunları düşünürüm.

Gözler. 
Gözlerin. 
Bakmak için varlar.
Gözlerine, varoluş sebeplerini hatırlatmak isterdim. Nasıl yapacağımı bilseydim.
Bir iğde ağacının kokusunu gözlerine anlatsam öyle bakabilirler mi diye merak etmiştim kısa metrajlı bir yolculuk esnasında. Saçlarım, cevabın uzunluğunu kıskandı.

Bir gün rüyamda seni görmüştüm, yine. Binlerce takım elbiseli yürüyordu, ancak binlerce takım elbiselinin yürüyebileceği taş bir yolda. Üşengeç bir akıntı gibiydiler. Sanki, benim baktığım yerden bir adım geride duran biri onları iki ileri-bir geri gidiyormuş görür gibi geldi.
Çok güçlü olmayan bir akarsuda, diğerlerinden daha büyük olan ama normalde bir babanın avucuna tam gelecek şekilde oturan yassı bir taş gibi duruyordun binlerce takım elbiselinin içinde. Üzerinde bir takım elbise vardı. Ama sen ilerlemiyordun.
Akıntı vardı, bu görülüyordu. Kanıtlamak için daha fazlasına ihtiyaç yoktu. Ama sana sorsalardı şöyle derdin:
"Çok fazla takım elbise var. Bugün kot giymem gerektiğini biliyordum."
Sen orada dikiliyordun ve akıntı yine de vardı.
Asla gişe rekortmeni olamayacak bir filmin, gişe rekortmeni olabilecek tek bir sahnesi gibi benim olduğum yere bakmıştın.
Gözlerin. Bakmak için vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder