“İnsan ölürken tam 21 gram kaybeder. Herkes. 21 grama ne sığdırabilirsin? 5 tane bozukluk, bir sinekkuşu, bir bar çikolata. Kaç hayat yaşar, kaç kez ölürüz?”

21.7.13

öyle güzel rol yaparım ki çarşaflar bizim yerimize sevişir ama sen boşalırsın dışına. dışıma. dışarısı sıcak.

9.7.13

"Demek istediğim şey birbirimizden hoşlanmadığımız ve sadece kendimizi aynı geminin aynı kamarasını ve sık sık da aynı yatağı paylaşırken ve paylaşılan bir milyon yemekle ve bağırsak hareketlerinden ötürü geğirmelerle ve nefes alma sesleriyle (korkunç horlamalar. susturmak için onu yana yahut karın üstü çeviririm. uyanır ve karanlık odada gülümseyerek 'fikirler yürütme' diye mırıldanır) ve kalplerimizin vuruşlarıyla birbirimize kaynamış olarak bulduğumuz. Aslında onun sesi benim nefes alma sesimle ve kalbimin vuruşuyla saniyede 24 kez kaynaşmıştır ve bedenim onun sesi durursa benim nefesimin ve kalbimin de duracağından emindir."
William S. Burroughs
müzik girdi.
sanki "öyleyse.." ile başlayan cümleler için gelmişti dünyaya. düşündüğü belirli kalıpları başkalarının fikirleriyle donatır ve öyleyse tabağıyla önünüze sunardı.
"öyleyse, sanırım sen beni sevmeye devam edebilir ve karşılığında istediğin olmasa da susabilirsin."
en kötü özelliği beni sevmiyor oluşuydu ki bunun affedilebilir bir yanı yoktu. bunun, beni sevmiyor oluşundan başka hiçbir yanı yoktu. her duvarı aynı renk rübik küpler gibi.
en iyi özelliği ya da özelliklerinden biri iyi sevişiyor olmasıydı ki bu göz ardı edilebilir bir şeydi.
mastürbasyonu ilk bulan insanın bununla zengin olacağını düşünmemesi beni hayal kırıklığa uğratıyordu çünkü onun bana verdiği zevki elim de veriyordu. iki parmağımla onu kıyaslamanın da affedilebilir bir yanı yoktu. vazgeçtim.
"öyleyse, gidip o iki parmağınla kendini becer, belki sonra sarılıp uyursunuz."
en akla gelmeyen yanı aklıma gelmiyor.
bazen onu özlüyorum. sonra sevişiyoruz. vazgeçiyorum.
müzik çıktı.

2.7.13

cümlelerim ölü doğuyor.
sözcük yok.
halbuki bıçak gibi keskindirler derler.